6 Kasım 2010 Cumartesi

cumartesi sabahı ve müzik çalarken sandalye çevresinde dolaşmak

Ali Çağlar yazarlara para vereceğini açıkladıktan sonra durmam mümkün değildi. :) Sabah gözümü açıp uzanıp elimi attığım ilk dergide okuduğum ilk cümle o kadar hoşuma gitti ki sizinle paylaşmak istedim. Edward Sorel bir çizgi roman dergisine verdiği söyleşide şöyle diyor: "When you are living in a society that is essentially a game of musical chairs, it seems to me to be particularly cruel to accuse the person left without a chair of not wanting to sit down". Türkçe'ye şöyle çevirebiliriz herhalde: "Herkesin temelde sandalye kapmaca oynadığı bir toplumda yaşıyorsanız, sandalyesiz kalan kişiyi oturmak istememekle suçlamak bana özellikle acımasız geliyor." Bir süre sessizliği dinledim, bu sabahın merakı yerini görüntülere terk etti. Geçmişten gelen görüntüler, sandalye çevresinde müzik eşliğinde dolaşırken bütün konsantrasyonumu o sessizlik anına toplayışım; müzik çalıyor ama asıl mesele onu dinlemek değil de, bitişini beklemekti o oyunda. Bu yüzden sanırım yazmaya karar verdim bloga. Sessizliği özlediğimden, sessizliği yazmak istediğimden çünkü içim koşuyordu, ben bile yetişemiyordum içime ve tuhaf bir panik yaşıyordum, bir oyuna nasıl dahil olacağımı bilemediğimde acemice çırpındığım anları hatırlıyorum, halbuki şimdi şimdi durmak, dinlemek, o duyguya izin vermek, teslim olmak ve orada ne olacaksa kabul edip yok olma pahasına biraz sakinleşmeyi deneyebiliyorum azıcık. Çünkü sessizliğin de türleri var ve tuhaf bir şey ama tıpkı müzikteki notalar gibi sessizliğin tonları ve ağırlıkları var. Örneğin, ufacık bir anı yakalamak için günlerce sesiniz çıkmıyor, sessizce bekliyorsunuz, sabırla izliyorsunuz ya da bir insanın yokluğunda sessizlik omuzlarınıza bastırıyor, sesini duymak istiyorsunuz olmuyor. Bazen bile bile engellenen durumlarda, örneğin birinin hapisten dışarı çıkışını günlerce, hatta aylarca sakatlanmış bir sessizlikle bekliyorsunuz. Gündelik hayatta küçük hesaplarla yaşayan insanlar ise kurnaz sessizliklere bürünebiliyor, önce kendini ele vermen gerekiyor ki konuşsunlar, önce seni bir tanısınlar. Ya da iki kişi güvenle sessiz kalabiliyor günlerce, birbirlerine teslim edebiliyorlar kendilerini. İlla ki bir sandalyeye oturmak gerekmiyor gerçekten, illa ki bağıra çağıra dövünmek gerekmiyor; sessizliklerin koca bir balonda toplanıp bir gün patlaması iyi değil sanki. Müzik devam ettiği sürece araya birkaç ses atmak fena olmayabilir, sandalyeye oturmak ise ne mutlu ki şart değil!!! İyi haftasonları!
İpek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder